Ahlen, 15.01.2010                                   

Okuyuntu - Düğün Pırtısı – Okuma ve Düğürlük

 

Tatlı bir telaş, hoş konuşmalar ve yakınlaşmalar……..

Öyle zannediyorum ki dilimizden okuyuntu ve düğün pırtısı kelimeleri kaybolacak.

 

Çocukluğumuzda „ filanlar filanların kızına düğürlüğe gitmişler „ okuyuntularını dağıtmışlar, bizi de okumuşlar, filanlara okuyuntu vermişler-vermemişler gibi cümlecikler biz çocuklara gençliğe heveslendirirdi. Bazan darılanlar da olurdu ; „bize mehel görmemişler „ diyerek.

 

Gerçi düğürlüğe gitmek güncelliğini günümüzde de koruyor ama okuyuntu başlıbaşına o günlerin teranesiydi. Okuyuntunun bugünkü yaşamdaki yerini bilemiyorum, yıllar oldu duymaz olur oldum. Zaten Avrupada okuyuntu kelimesini bilen yok, böyle bir kavram dilimizden yitmiş gitmiş gibi.

 

Özellikle evlenecek gençler çevresini iyi tanıdığından gözlerinden kestirdiklerini yavaş yavaş duyurmaya başlarlar. Önce var ise kızkardeşler, analar ve devam eden konuşmalar, laf duyurmalar evliliğe atılan ilk adımlar. Bizden öncekiler yaş olarak da bizden daha büyük olduklarından taaa ilkokuldan itibaren sevgilerini sevdiklerini belirtirlermiş.

 

Yanlış söylemek istemem ama çok öncelerinde evliliklerde birazcık sülalecilik göz önünde tutulurmuş. Aslında birbiriyle akraba bağları olan köylümüz yine de kız alıp verirken belli akrabalık kıstaslarını düşünürlermiş. Benim gençlik yıllarıma kadar pek dışarıdan gelin getirilmezdi. Hele hele şehirliler köye hiç kız vermezlerdi. Öyle ya, niye şehirli bir kız köye gelin gelip de inekle, eşekle, davarla uğraşsın. Bugün itibarı ile evlilikler tamamen eski kalıbından çıktı.

 

Kız evi naz evi „ bazan düğürlüğe birkaç kez gidilirdi. Geline bir inek veya birkaç koyun verenler olduğu gibi bağ-bahçe verenler de olurdu. Kız tarafı başta altın, beşibirlik, bilezik olmak üzere ziynet eşyası isterdi. Başlık parası köyümüzde hiç adet olmamıştır, süt parasını da pek duymadım.

 

Köyümüzde önceleri kilim dokunurdu ve kilimlerimiz halıyı pek aratmazdı. Tamamı yünden dokunan kilimler o sert kış ayazlarında evin en değerli sergisiydi. Sonraları halı adet oldu, ille de halı alınacak. Yatak, yorgan ve yastık hiç sorun değildi, koyunculuk ileri seviyede yapılır ve yün yeterliydi. Beyaz eşya sözkonusu olamazdı, zira elektrik yoktu, koltuğu hiç bilmezdik. Gazocaklarını milangaz takip etti, mutlaka da alınırdı.

 

Düğün pırtısı çıkarmak ve Ereğli’ye gitmek. Pek heyecanlı olurdu. Kız ve oğlan tarafı birlikte düğün pırtısı çıkarmak üzere Ereğli’ye giderdi. Zannederim veresiye yazdırılırdı, manifaturacılar en sevinçli günlerini yaşarlardı. Babam rahmetli Neriman Abam’ın düğün pırtısını çıkardıktan sonra köye dönüşte Belen’de Motorcu Ahmet’in otobüsünde vefat etti. Bir sonbahar günüydü.

 

Düğün pırtısı çıkarılırken kız tarafının istekleri yerine getirilir, yakın akrabalar ve hatırı sayılılara da ayrıca kumaş, gömlek, çorap ve benzeri hediyelikler alınır, bu hediyelere okuyuntu denir. Okuyuntu önceden yakınlara dağıtılır, o aileler de ona göre düğün hediyesi olarak bakır kaplar, sini ve ibrik gibi ağır eşyalar alırlardı. Andaç olsun, hep anılsın diye alınırdı ki gerçekten bir andaç olarak alan kişi hep anılırdı. Benim bile bir ibriğim, sinim, küçük leğen ve bakır tencerelerim düğünümden kalma var, hep saklarım. Manevi değeri daha da yüksektir maddi değerinden.

 

Düğürlük esnasında geline takılacak ziynet eşyalarının pazarlığı yapılır, çetin bir pazarlık olurdu zaman zaman. Zamanına göre bence akıllıca bir tesbitti. Genç ailenin sermayesi ziynet eşyalarıydı. Darda kalan aile veya oğlan tarafı altınları bozdurarak işini görürdü.

 

Sarrafçıda altın seçiminde gelin kızı görmek lazım. Çoğunluk utangaç haliyle istediğini elde etmeye çalışırdı. Bütün bunlar yaşanırken acı veya tatlı anılar düğün telaşını süslerdi. Bir değer ve kültürdü.

 Mustafa Dumlu

 

 

Please publish modules in offcanvas position.