Ahlen, 28.09.2008
Ailemiz

Anam ve Babam                                                1976: Kızımızla


Her toplumda aile kudsidir, önemi büyüktür, toplumun temel ögesidir.
Ailemizin varlığına benim sünnet olmam üzerine yapılan konuşmalarla vakıf oldum. Genelinde bizim çocukluk yıllarında çocuklar oldukça küçükken sünnet edilirdi.Köylere ve tabiidir ki bizim köye de davulcular gelirdi, muhtar mı çağırırdı yoksa kendiliklerinden mi gelirlerdi onu bilmiyorum, ama davul sesi duyduğumuzda kimi çocuklar kaçar kimileri de meraklarından peşlerinden koşardı. Ben korkanlardım, zira oldukça o günün şartlarına göre büyük sayılırdım, dolayısıyla korkuyu da öğrenmiş oluyordum. Düğünlere davulcu getirilmediği için her davul sesi sünnet olmayı çağrıştırırdı.

Çocukluk yıllarımın tamamı Gulam Bağımızda geçmiş olup yaz sezonunda en az dört ay bağlara göçer oradaki basit çardaklarda bütün aile yaz boyunca konaklardık. Ereğli’de oturan Ayşa Halamlar da bağa göçerlerdi, babası mı kocası mı onu bilmiyorum Ama adı Salih olsa gerek, unuttum o da olurdu, azametli bir görünümü ve oldukça göbekli oluşu beni hep korkutur aklıma sünnetçiler gelirdi. Hiç unutmam, bir keresinde belki de ilk gördümde bizim bağa geldi, ben bizim bağın en tabanına kaçmıştım, Neriman Abam epeyce bağırarak beni çağırdı, bulduktan sonra nasıl ikna etti bilmiyorum ama hep beraber oturduk, yine de içimde bir şüphe vardı, acaba sünnet mi yapacak. O zamanlar bağın her metrekaresi ağaçlarla, türlü meyvelerle, yüksek anlarla dolu olduğu için bağın her köşesinde saklanmak işten bile değildi. Korkuya gelince ; bizler hep korku verecek anlatımlarla büyüdük, küçücük dünyamıza anlatılan korku verici herşeye inanıyorduk.

Benim küçüğüm olan kardeşim Nebahat’in öldüğünü veya varlığını bilmiyorum, sadece rahmetli babamın kolları arasında bohça gibi bezlere sarılı olarak aşağı evin avlu kapısından geçtiğini gördüm, sonradan Neriman Abam Nebahat’in öldüğünü söyledi. Aşağı ev dediğim ; şimdiki Halit Özdemir’in oturduğu evde Şükrü Emmimler otururlardı. (Şürü Avcı,Şükrü’nün Ali)  Onların karşısında da bizim ev Durmuş Ali Emmimin evine bitişik ve ağıl yeri vardı. İki katlı, sanırım tek bir odası altında ambarı ve ekmekliği vardı. Elif Abam o evden gelin çıkmış, ben düğünü hatırlamıyorum.

Üçü oğlan ikisi kız olmak üzere yedi kişilik bir aile, o yıllarda mutlu bir aile mi yoksa mutsuz bir aile mi, böyle konuları düşünmek sözkonu olamazdı elbette. Yedi kişilik bir aile ve bir oda, ne düşünürsen düşün geçinmek herşeyin önündeydi.

En büyüğümüz Elif Abam on dört yaşında çocuk yaşta gelin olmuş, gayet zeki ama herşeyden yoksun, rezillik içinde hertürlü günün zor şartlarına katlanmış gelin gittiği evde de güngörmemiş, bütün bir yaşamı ev geçimini temin emekle geçmiş 2006  yılında ağustos ayı içerisinde vefat etmiştir. Cenazesine gidemediğimin abam Konya Tıp Fakültesinde yoğun bakımda yatarken Antalya’dan Konya’ya geldik, kaderin bir cilvesidir ki son nefeslerinde zekaret anlarında kızı Hatice ile beraber yanındaydık. Ölümüne hala akıl erdiremiyorum, üç gün yanındaydık, öldüğü bizim dördüncü günü yine yanındayken ameliyata götüreceğiz dediler, beni ve Haticeyi’de alt kattaki bodruma kadar beraberce götürdüler, beklememizi söylediler, yarım saati geçkin bekledik, birileri sonra bizi kovdu, orada beklememizin yasak olduğunu söylediler. Yani hastane personeli hem gelmemizi belli bir zaman sonra da gitmemizi söyledi.Nitekim oradan bizi çıkardıktan sonra fazla sürmedi, vefat etti dediler. Aslında ameliyat olacak durumu kalmamış sanki bizi ölümüne hazırlamış oldular. Bu arada yeğenler Antalya’dan Ereğli’den gelmişler, ben Hakan ve Mösün kaldık hastane bahçesinde, sağolsun Fazlı Dayımın damadı Ahmet Enişte arabası ile hastaneye gelmiş, onu bile farkedemedik, hatırımda kalan „siz de cenaze arabası ile gidin „ sesi. Ahmet bizi otogara götürdü otobüse bindirmek üzere ama o gecenin Ereğli istikametine giden bütün otobüsleri tamamen doluymuş, gidemedik, olan üzüntüleri demeye gerek yok, Yusuflar eve götürmek istedi, biz istemedik, geri Antalya’ya dönerek geceyi de otobüste geçirdik.

Bu arada hertürlü ileri geri lafların edileceğini biliyorum tabii ki, ona rağmen Antalya’ya döndük. Ben üzüntümü içimde saklayan bir insanım, benim olan üzüntünün bir başkası tarafından takdir veya tekdir edileceğinin hesabını yapmam, herkes kendince üzüntüsünü yaşamıştır…………

İkinci büyüğümüz Neriman Ablamın hayat hikayesi de bir ayrıdır. İlkokul hayatını hatırlayamadığım abam gerçekten köyün gözdesiydi. Güzeldi, dinçti, çalışkan ve kuvvetliydi, bir erkek gibi bağda bahçede bel teper babamın hem sağ koluydu, hem de gözdesiydi. Kaderin bir cilvesidir ki babam Ese ve birbirlerine canlarını feda edecek kadar sadık olan Ese Dayım (Guldur Ese – Çayanların Ese lakabıyla tanınır) erkek erkeğe kendi aralarında Ese Dayımın oğlu Mehmet Dayıma abamı alır verirler. Abamsa ; ölürüm de varmam der, uzundur hikayesi, rahmetli anam çok karşı mücadele vermesine rağmen babamı ikna edemez. Nişanlılık döneminde epeyce kağıt kürek yaptılar, büyüler ona keza, sonunda nişan bozuldu, babam rahmetlik büyük yemin etti ; ölürsem ölüme gelmesin, ölürse ölüsüne gitmem diye. Nişan bozulduktan sonra ne oldu olmadı bir üzüntü içerisinde abamı Abitter Emmimin oğlu Ali Enişteme nişanladılar. O arada babam Ereğli’den gelirken otobüs ağılın oraya gelince istop eder, otobüsten inerler, babam yere düşer ve ruhunu teslim eder. Yine kaderin bir cilvesidir ki Ese Dayım da köyden Ereğli’ye bisikletle giderken babamın ölümünün üzerine gelir, tabii ki Ese Dayım üzerine düşen görevlerin hepsini ziyadesiyle yapar. Bu arada iki aile arasında düşmanlık yok ancak ilişki kesildi. Biz erkek çocuklar yine de konuştuk, hele de cennet genabam nerede görse „guzularım“ diyerek üstümüze toz kondurmazdı, o kadar candan severdi.

Babamın ölümünden hemen sonra eniştem tarafı düğün yapacağız diye tutturdular ki ablamı hasta edecek kadar başımızı ağrıttılar. Düğünün akabinden sonra hemen başladılar ; mal böleceği diye, o sıkıntılı dönemde abam stresinden epey rahatsızlık yaşadı. Çok genç yaşa dul kaldı, dört çocuğunu büyüttü, halen hayatta.

Üçüncümüz Mehmet, rahmetli anamın anlattıklarına göre çok ezilmiş, fiziki olarak yapamıyacağı işlerin altından kalkmaya uğraşmış. Yetmişli yılların başlarında Almanya’ya işçi olarak gelmiş, hayatının yönü-gidişatı tamamen değişmiştir. Berlinde kalıyor, 1978 yılı ağustos ayında ben de Almanya’ya geldim, ilk yıllarımda ailecek aile ilişkilerimiz gayet iyi idi, daha doğrusu beş kardeş olarak çok güzel anlaşıyorduk. Son yıllarımızda adeta birbirimize karşı hasmane davranışlar yaşamaya başladık.

Dördüncümüz Hicabi,o da yetmişli yıllarda Almanya’ya geldi halen Almanya#da olup aile içi sorunları beni de etkiledi, kırk elli yıl yıl anlaşabildik, sevebildik birbirimizi, aramızdaki güzel olan ilişkiler çocuklarla beraber tamamen kesildi, biz büyüklerin yüzünden çocuklarımızın kontakları da tamamen kesildi. Ne kadar üzücü bir durum, kimin haklı olduğunun hiçbir önemi yok, trend : iliskiler kesildi, sanki herkes herkesin düşmanı. Ben kendi adıma herhangi bir şekilde haklılıktan söz etmem, kendimi savunma ihtiyacı da duymam, ortadaki gerçek kimsenin kimse görmek istemediğidir. Buna benzer son yıllarda daha da vahim olayar, tartışmalar , küs olarak veda edenleri tanıdıklarımdan çok duyar oldum. Eskiden de duyardım ama şimdilerde daha da çok kardeşler arası, aile içi anlaşmamazlıkları oluyor.

Vefat eden benim küçüğüm Nebat’i saymazsak en küçük sonuncu ben oluyorum ailemizde. Çocukluğum ve gençliğim tamamen Gulam Bağımızda ve davar yatağında geçti diyebilirim. Bağımızın yarısı üzüm bağı geri kalan yarısı da elmalıktı. Elmaların her türlüsü, başta daldabir ve amasya olmak üzere datlı baaş, akşam elması, davşanbaşı, hayvan elması, gara mustafa, rast elması ve benzerleri yanısıra beyaz kiraz, sultani kirazi, aşı vişnesi, piç vişne, armut, şeftali daha niceleri. Ama geçimimiz daldabir ve amasya elması, üzümlerden temin edilirdi. Sarımsak sebzelerin başında gelir, yaz başlangıcın yetişmesi eve giren ilk gelir olması nedeniyle önemliydi. Elmalarımız genç olması ve bakımının iyi olması nedeniyle verimi çok iyiydi, ilaçlama pek bilinmezdi o yıllarda, altına dökülen elmalara döküntü derdik, hergün istisnasız sabahtan başlar öğleye kadar elmaların altını toplardık. Döküntü o yıllarda para ederdi, iyileri seçilir Ereğli’de satılır, kötülerini de kak yapardık. Kak, tern yolundan dağlara doğru bütün yerleşkelerdi yapılırdı. Bu nedenle Dereyüzü (tren yolundan itibaren olan köyler) Köylerine kakçılar derler. Bizler de ova köylerini bektik olarak niteleriz.

Bahçeciliğin yanısıra küçükbaş hayvancılığı da yapardık. Bir ara üç yüzü geçmişti koyunlarımız, bu nedenle babam rahmetli ağıl bile yaptırdı, ağıl hala yerinde şekil de değiştirse yerinde duruyor.

Bütün aile köylerin genelinde geleneğinde ne varsa çol-çocuk bağ-bahçe ; koyun-kuzu. Inek-tana , eşek, kümes hayanları ile uğraşır, ailenin geçimine yardımcı olurduk. Bizim aile denince babamı özellikle tasvir etmeliyim. Aile reisi, gayet sert görünümlü, oldukça zayıf, dört analık elinden geçmiş, evlendiğinde hiçbirşeyi yokken Cemil Efendi’ye ait olan Gulamı ortağına dikerek yarısına sahip olabilmiş, çok çalışmış ama çabuk yaşlanmıştır.Benim doğumum oldukça zor ve zahmetli-sorunlu olmuş, bu nedenle şubat ayında oldukça karlı bir gün at arabası ile anamı Cemil Efendi’nin konağına getirmişler, o günün Ereğlisinde önde gelen Cemil Efendilerin sayesinde doğum Ereğli’de gerçekleşmiş ve benim doğum yeri Ereğli olarak tam gününde yazdırılmışım nüfus müdürlüğünde. Abamı evlendirme konusunda babam yaptığı hatayı anlamış ancak açılıp içini kimseye dökememiştir. Eti aşırı derecede seven ve yiyen babamda kalp varmış veya o sıralarda kalp hastası olmuş, genç denecek yaşta üçüncü kalp sektesinde hayatını kırk sekiz yaşındayken kaybetmiştir. Genç yaşta dul kalan anamın okumuşluğu yoktu, zekiydi, ileri görüşlüydü ve evlenmedi, abamı everdi, üç erkek çocuğunu büyüterek everdi. Ne yazık ki ölümünde Almanya’ya daha yeni gelmiştim, parasızlık ve çaresizliklerden cenazesine gidemedim. Ne biladerlerden yardım gördüm ne de dayımdan (kaynatam) . Benim köyden ayrılmam sonu oldu, çok sever ve üzerime çok düşerdi, Almanya’ya geldiğimi hiç istemediği halde ses çıkarmadı. Nur içinde yatsın anam, fedekar anam, kıtlık yaşamış anam, ne kadar arkasından dua etsem az gelir………..

Mustafa Dumlu

Please publish modules in offcanvas position.