- Gösterim: 9765
Â
Ailemizin Bugünkü Durumu......
Â
Ahlen, 24 Eylül 2013
Â
Ailemiz ve Bugünkü Aile Görünümümüz
Â
Aile……Ailemiz…..Aileler…..Büyüklü Küçüklü Aileler…..
Beş çocuk üçü erkek ikisi kız ve en büyüklerimiz kız olmak üzere aile efradının en küçükleri ben ; fakir bir aile olarak yıllarımızı bereber yaşadık…..Acıları ve tatlı anıları ile eksilerek bu günlere kadar geldik. Altmış bir yılımı arkamda bırakarak….
Köyümüzdeki aileler, uzuuun yıllar öncesindeki aileler ve yapıları bambaşkaydı. Gerek büyük aileler gerekse küçük ailelerin ortak özellikleri vardı. Aile içinde aileler, yani evlenen erkek çocukların çoğunluu ailesinde yaşamaya devam ederdi. Bir sofrada yemek yenir, beraber bağ-bahçe işleri yapılır, tek keseden harcama yapılırdı. Gurbet kelimesinin anlamı, ifadesi o günlerde oldukça vurgulu olarak söylenirdi.
Köy ve ÅŸehir kavramları ona keza yine vurgulu olarak söylenirdi. Sonuçta köy ve aile olarak sanki içine kapanık bir toplum gibiydi. Özellikle bizim köy için, zira köyümüz Torosların eteÄŸinde, daha ileriye gitme olanağı yoktu. Ä°nsanlar arasındaki iliÅŸkilerde tabii olarak daha sevecen, toplumcuydu, köycüydü, milliyetçiydi. Åžartlar onu gerektiriyor, zira köylü birbirini tamamlamak zorundaydı.Â
Bizim aile de köyün bir parçası olarak aynı paylaşımları yaptık, yaşadık. Bir odanın içerisinde büyüdük, odamız aynı zamanda yatak – oturma-misafir odasıydı, mutfağımızdı….Dışa kapalı olması veya o günün anlayışı olarak daha fazla ev-oda pek yapılmazdı. Oysa evlerimiz kerpiçten, damalara kendi selvi ağaçlarımızdan kullanarak oda sayısı artabilirdi.
 Gerçi büyük hanelerden yapanlar vardı.
Â
Bu anlattıklarım uzun süre böyle devam etmedi, ev sayıları artmaya, evlenenler aile ocaklarından ayrılmaya başladı. Belli bir süreç yaşandı. Bu arada tek tük de olsa köyden az da olsa göç başladı. Sayıyı bilmiyorum ama kesin olarak çocukluğumdaki köyümüzün nüfusü günümüze göre kat kat fazlaydı. Köyden ayrılanlara „gurbete gitti „ denirdi. Gerçi günümüzde de söyleniyor ama……
Bizim ev önce „Aşağı Ev“ diye adlandırdığımız bugünkü ağıl yanı, Durmuş Ali Emmimin evi ile bitişiğindeydi. İki katlı, alt kat ambar ve ekmeklikti. Benim küçüm Nebahat o evde ölmüştü, birazcık hatırlarım babamın ellerinde sarılı olarak havlu kapısında götürdüğünü. Daha sonra yukarı ev bir oda, altı samnlık olmak üzere yapılmış, önü damdı. Sonra benim de iyi bildiğim hatta biraz yardım da ettiğim şimdiki Nevzat’ın oturduğu ev , aralık ve bir oda eklenerek büyütüldü.
Ereğli’de Cemil Efendi’nin Konağında dünyaya gelmişim, beş yaşıma kadar aşağı evde büyümüşüm, geri kalan ve köyde geçen günlerimi yukarı evde geçirdim.
Aşaği evde otururken rahmetli Elif Abam gelin gitmiş. Pek hatırlamıyorum. Yukarı eve taşındığımızda altı kişilik bir aileydik.
Nereden nereye, anam babam çıkıp gelip geriden bir bakacak……Kendi ailesini, yavrularını tanıyamayacağı kesin……
Nereden nereye, ficik ficik dağıldık, küçücük bir evden kaç aile meydana geldi. Rahmetli anamın gününde birleÅŸtirici nasihatlarıyla aile ortamını yaÅŸayabildik, hatta ölümünün ardından da yıllarca kardeÅŸler arasındaki olan kuvvetli baÄŸlar devam etti.Â
Evin en küçüğü olarak tabii ki en son ben evlendim. Yıl 1974 ağustos ayı, birinci kıbrıs çıkarması günlerinde. Biladerler Almanya’da , babam ben on bir yaşında iken bir sonbahar günü kaybettim. Bir anam v eben evde yapayalnız, Mösün Almanya’da ve nişan yüzüğü beraber olmamaksızın takıldı. Yani birimiz Almanya’da birimiz Türkiye’de…..
Almanya’daki takıyı büyük bilader taktı ama sorunum düğündü. Uzun hikaye, düğünüme iki büyüğüm biladerden birisi gelmedi. Kendilerince bahaneleri vardı ama gelmediler. Birisi 400 Mark diğeri 500 Mark göndermiş anam rahmetliye. Parayı gerigöndermek istedim ama anam rahmetli kırgınlık olmasın diye engel oldu, anamı kıramazdım elbette….
Bu arada Almanya’ya gitme fikrim hiç yoktu. Zira olanağım Mösün’den dolayı vardı. Düğünümüz oldu, ilkokul arkadaşım İdris Biçer ile aynı günde, çalgıcıları beraber ödedik. (Keman,kanun, darbuka, du ve cümbüş)…..
Düğünümüzden bir ay sonra Almanya fikrimiz değişti ve Mösün Almanya’ya babasının yanına geri döndü. Bilahere ben de gidecektim. Sonuç olarak dayanamadım ve Mösün’ü geri çağırdım Türkiye’ye, geldi de…Bu arada biz öğretmenokulu çıkışlılara da üniversite hakkı doğdu, Yozgat’tan tayinimi Konya’ya aldırttım. ÇAT KÖYÜNE tayinim yapıldı. Çat Köyü’ki Ereğli’ye yetmiş kilometre, kışın ulaşım mümkün değil.
Köyü görmek ve göreve başlamak üzere bir kere gittim, ulaşım durumu beni korkuttu, hep dua ediyordum inşallah üniversiteyi kazanırım da köye gitmem diye. Kazandım da ve Mösün’ü geri babasının yanına gönderdim. Hayatımın yeni bir dönemine başlamıştım. 1976-78 yılları, üniversitelerde sağ-sol olaylarının en yoğun olduğu dönemler.. İki yıl ADMM ‚ye (Ankara Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi) devam ettim ve terk ederek Almanya’da öğrenimime devam etmek üzere ülkeden ayrıldım. Böylece Almanya macerası, hayatımın yeni dönemi başlamış oldu.
Benim Almanya macerası başladı, köyümüzden bu nedenle çalışmak üzere altmışlı yıllarının sonlarına doğru yüzlerce kişi de ayrıldı. İnsanlar arasındaki ilişkiler başka bir kaliteye dönüştü, yaşamın seyri hızlandı. Gurbet kelimesi önceki yıllarda kullanılmasına rağmen „Almancılar“ deyimiyle yoğunluk kazandı. Uğurlamalar, uğurlanmalar bir teraneydi adeta. Hediye almak, getirmek, beklentiler, bekleyenler daha da bir heyecanlıydı. O yıllarda araba almak, köyde taksi görmek olağan bir şey değildi. Almancılar –almancılıkla beraber köye daha yoğun bir şekilde taksiler gelip gitmeye başladı. Aynı dönemlerde yavaş yavaş köyden şehirlere çalışmak üzere ayrılmalar da başladı.
Bizim ailede de yaşandı bütün bunlar. Başlangıçta son derece samimi iyi olan aile-akraba ilişkileri gıpta edilecek kadar muazzamdı. Almanya’ya geldiğim 1978 yılından iki binli yıllara kadar iyi olan kendi aile efradı, kardeşlerle olan ilişkiler son derece menmun ediciydi.Çocukların büyümesi ve evlenme çağlarına gelmeleriyle kardeşler arasındaki iyi olan bağlar gün be gün gerilemeye başladı, devam edip gidiyor. Çok üzücü bir durum aslında dram demek daha doğru olur.
Aynı şekilde kaynatam (halamın oğlu) dayım ve ailesiyle de iyi olmayan yakın akraba ilişkileri. Yıllarca konuşmamak, gün be gün birbirimizden uzaklaşmak, oldukça acı….!!!!!!
Kim haklı kim haksız, bunun analizini yapmak benim açımdan son derece yanlış.Zaten haklı olmak neticeyi değiştirmiyor. Kimin zararı kimin karı olabilir ki……Bir ömrün azamisini bir insan yaşasa da sonuçta küs-dargın olarak ayrılınmayacak mı…..
Â
Nedenleri neler olabilir ??????   Ben kendi kanaatimi yazıyorum…
……Son otuz-kırk senede teknik o kadar gelişti ki, alıyoruz satıyoruz, yaşamımızın içine girmiş olan teknik ve tekniksel yaşama hiç birimiz hazır değiliz. Bu tesbitimi içindeki yaşadığım toplumun gelişmişliğine bakarak söylüyorum.
Ben dahil hepimiz köyden kırsal kesimden geldik. Ekenomik durumları bir kenara bırakırsak basit bir köy yaşamı ama son derece sosyal bağları güçlü bir aile ortamlarından çok gelişmiş bir topluma, sosyal bağları modern ama bize göre oldukça zayıf bir toplum hayatının içine girdik. Çok gelenekleri bize uymasa da uyum içinde yaşamak zorundaydık. Kısacası eşekten inip, deyneği köyde bırakıp buralara geldik. Kısa zamanda hazır olmadığımız yüksek teknikle karşı karşıya geldik, bu ortamda hepimizi etkiledi sanıyorum.
……. Yoksulluktan bir anda paralı duruma gelindi. Hepimizin köydeki maddi olanakları sınırlı idi. Evet kimse aç değildi ama para her yiğidin cebinde olamazdı. Böylece evlatlar evil de olsa aileye, babaya bağımlı idi. Erkek çocukları evlenip de ayrılsalar da dahi Anaya babaya bağımlı idi, çoğunluk bir sofra serilirdi. Yer sofralarından masalarda yemekler yenmeye başladı, bazıları bir anda hatta kendini kaybederek yoldan çıktı, hayatını kaybedenlerin sayısı az değildi.
Her ne kadar köyümüzde alkol eskiden beri alınsa da içilse de Almanya ortamında herkesin bir serbestlik içinde alkol alması, içmesi sorun değil olağandı.
.......Menfaatlerin çatışması, belki de en önemli nedenlerden birisidir.Çalışan her kişi, hele de kadın da çalışıyorsa birçok insanda para hırsı, birikim yapmak insanlarda egoistleşmeye ivme kazandırdı. İnsanlar birbirlerinin parasını, kazancını ve birikimini merak eder hale geldi. Buna bağlı olarak Türkiye’den yarışırcasına mal-mülk alma modalaştı. Bu dönemlerde ülke insanlarımız oldukça fakirdi. Günümüzde durumlar tabii ki tersine döndü. Anadan babadan kalan miras varolan kavgaları daha da arttı.
……...Çocukların büyümesiyle sorunları beraberinde getirdi. Biz büyüklerin çocukları çoğunluk olumsuz yönde yönlendirmeye çalışmamız bel ki de en büyük etkendir. Tabii olarak ben dahil bütün büyük olacaklar kendi payına düşen olumsuz yönlerini cesaret edip söyleyecek güçleri varsa. Ama gönül isterdi ki burada yetişmiş çocukların kendi insiyatiflerini kullanarak aralarında olan akraba-kann bağlarını geliştirerek bir araya gelebilsinler. Maalesef bunların hiç biri gerçekleşemedi, kim kazandı kim kaybetti zaman içerisinde yaşanacaktır.
Aynı maddi konumda olan hemen hemen hepimiz farklı zamanlarda Almanya’ya gelmemize rağmen ekonomik durumları değişti. Kimimiz daha çok para birikimi yaparak, yatırım yaparak farklı seviyelere geldik / geldi.  Yoksulluk ve cehaletin etkisiyle birçok akraba bu maddi gücü yaptırım gücü olarak gördü. Havalara girerek insanlara farklı gözle bakmaya başladılar. Yanısıra ve buna parelel olarak biz büyükler çocukların büyüdüğünü, bizleri getiğini kabullenemedik. Daha birçok etkenleri sıralamak mümkün ama sonuç olarak sevindirici bir aile / büyük aile konumumuz hiçbirimiz için yok.
Aynı aile sorunları eşim tarafında da yaşadık, halahazırda da yaşıyoruz elbirliği ile. Nenesi tarafından büyütülmüş, bakılmış babası tarafından Almanya’ya getirilerek kardeşlerinin bakımı, büyütülmesi için geleceği ayaklar altına alınmış, okula ve meslek eğitimi için gönderilmemiş bir çocuk bakıcısı olarak evde kalmış. On dört on beş yaşlarındaydı geldiği tarihlerde. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi evde iteklenmiş, rahmetlik kardeşi Ferudun ile bile rası açılmaya çalışılmış, yani iki öz kardeşin özdeşleşmesi yerine iki ayrı düşman olması için gayret edilmiş. Bizim evlenmemizde evdeki yaşanan bu olumsuzlukların büyük etkisi olmuştur. Çocuk iken yüzüne bakılmayan Mösün değer kazanmaya başlamış, sahiplenenlerin sayısı artmıştır. Üç yaşlarında anasız kalan Mösün, on yaşlarında babasız kalan benim evlenmemizde dayım Fazlı İnci’nin iyiliğini hiç unutmadık hep rahmetle minnetle andık.Allah razı olsun, rahmet eylesin.
Evliliimizin ilk günlerinden itibaren dayım yani kaynatam ile sorunlar yaşadık ve bu anlaşmamazlık ölümüne dek devam etmiştir. Biz ailecek kendi adımıza hiç bir zaman kin beslemedik kötülük düşünmedik. Ama ne yazık ki dayım torunlarını yolda görse tanıyamazdı o kadar yabancı ve el oldu. Aynı şeyi benim büyük kardeşim için de söyleyebilirim. Dayım ve ailesi ile evlendiğimiz ağustos ayından vefat ettiği 2012 yılına kadar toplam gidip gelmişliğimiz beş seneyi bulmaz. Bu yazdıklarımı severek yazmıyorum, üzüntümüz her daim oldu.
2010 yılından itibaren başta büyük kayın Güngör olmak üzere konuşmaya başladık. Daha doğrusu büyük kayınım Güngör Frank neden konuşmuyoruz, bu hep böyle mi gidecek diye şikayetlendi ve haklıydı da. Bu dönemlerde bizim büyük bilader Mehmet ile kontağımız yoktu, konuşmuyorduk, hala da öyle. 2003 yılından beri. Bizim İlknur’un evden kaçtığı senelerde ne kaynatam ne de bilader yanımızda oldu. Bütün acıları karı-koca yalnız başımıza göğüsledik. Kayınların zaten umurunda değil. Bütün bunlara Güngör Efendi’nin konuşmasından sonra bir son verelim dedik ve kayınları eve davet ettik. Böylece bir müddet ziyaretler gelip gitmeler oldu. Ben ve Mösün gerçekten çok sevindik. Ilhan ve Hakan dayılarını tanımadıkları için ses çıkarmadılar, aslında onlar için gereksizdi, zira bir yabancıdan farkları yoktu İilhan ve Hakan için. Buna rağmen annelerine olan sevgi ve saygıdan dolayı razı oldular. Uzun vadede yakınlaşırlar diye biz seviniyorduk……..Nafile….. Pek uzun sürmedi de…….
2011 yılından itibaren dayımın yeğenine imza vererek otudukları evin ipotekten dolayı ellerinden gitmesi dayımın sonu oldu. Bizler nesi var nesi yok bilmiyoruz hala da bilmiyoruz. Dayım zaten hiçbir şey söylemezdi, çocukları ve eşi de borçtan başka bir şey söylemediler. Arada bir oyun bir dolap döndü hala da dönüyor, dayımın ölümü bir hiç uğruna……Gerçek üzüleni ortada göremedim, ölüm ve defnedileceği anlarda herkes ağlıyordu ama kim hangi üzüntüsü için ağlıyordu. Ben ve Mösün, gerçekten dayımın bir hiç uğruna beş kuruşa harcanmış bir kişi konumuna düşmesine çok üzüldük. Vefat ettiğinde dargındık ama bakımevinde kaldığı on ay boyunca haftada, her iki haftada hep ziyaretine gittik.
Dayımın ölümü ile beraber akrabalar (Mösün tarafı) arasındaki ilişkiler yeni bir kaliteye ulaştı ama ne kalite. Taşlar, ilişkiler yerinden oynadı.
bir ömür
ama nasıl bir ömür
nerelerden nerelere
çalış çabala
Â
bilmem bir insanın hayatı kaç para
çıkar ve menfaat için saçmala da saçmala
ucuzdur birçokları için senin hayatın bedava
gelecek bir zaman o da girecek harara
bıraktım çoğunu zamana………………
___________________________________________________________________________
Hayatinizi okudum Mustafa eniste ama ne yapmak istediğinize bir anlam veremedim cok eksik buldum mesela neden hep bizi suclar gibisiniz yok davet ettik ama kisa sürdü bizden kanaklanmadi evet geldik oturduk yedik ictik cok da memnun kalmistik ama araya yine soğukluk sokan sizler oldunuz aradik cevap vermediniz bizde tabi doğal olarak uzak durduk Babamin mallarina gelince 1 bizde birsey bilmiyoruz 2 kimseye yalan borcumuz yok 3 evi giden siz değil bizleriz 4 ablamin bir sözünü hatirlatayim annem ölmüs babam ölse ne olur dedi size geldiğimizde sende bir okumus ögretmen olmus bir insansin babamin hastallandiğinda ablam ilhanla geldi neden cünkü yeminli imissin onun evine ne diri nede ölüiken ayak basmaz misin simdi sen söyle kim ön ayak olmasi lazimdi sen ve ablam mi yoksa bizler neden küs olduğunuzu bile doğru dürüst bilmezken mi? En büyük yanlisinizi yazayim benim bildiğim Babalar ayni olunca öz oluyorsun anneler ayri olsa bile bizim babamiz bir di ve öz kardestik ama demek ki ablam bizi üvey olarak gördüğü icin biz den uzak durmayi secmis.
Â
Bülent Banu Yıldırım               ……17 Haziran 2014
 Aferin sana, biraz gec oldu ama okumus ve ögrenmissin....
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Â
Kimler Geldi Kimler Geçti……….. Ahlen,24.06.2014
Â
ne yazık ama nelere yazık oldu
üç günlük dünya
önü ve sonu belli dünya
kimileri için fırsat olan dünya
bilmem değer mi bunlar için fani dünya
ah dünya vah dünya……..
Â
Â
kimleri görmedim kimleri yaşamadım ki
kimileri kabadayı
kimileri sahtekar
kimileri sessiz mi sessiz
kimileri zengin mi zengin
kimileri garip mi garip
hainleri oldukça yeğin
yiğitsen hep gerçeklere değin
son pişmanlık fayda etmez
döğün de döğün
ister isen yaptıklarınla hep öğün….
sözüm önce kendimedir bu böyle biline
eş-dost akraba da olsa sözüne güvenme
tatlı dil ve yalakalar zibiline
Â
isteyen sözlerime alına
insan-adam olanın olayım kurbanına
göçecek her birimiz bu dünyadan
giderayak vuranlar nalına…….
Â
kimler geldi kimler geçmedi ki bu dünyadan
sandılar çokları, devam edecek bu kervan
ömür kısa, çıkar kıssadan hisse
deme, hep kazanayım misli misline
kimileri çaldı kimileri yaptı vurgun
kimileri güvendi bileğine yardakçılarına
onların da tatlısı yenildi
ve
bir ömür bitiverdi
bilmem deÄŸdi bilmem deÄŸmedi
velhasılı
tutmadı evdeki hesap pazara
akrabalar var akrabacıklar
olmuşlar çokları akrepcikler
çıkar ve mal uğruna
mal olmuşlar konmak için mala
bitmez tükenmez yalanlarına
Â
her birini yazmak gerek tek tek mezarına
ibret-i alem için
tüm göstermelik sözümona
 sayamakla bitmeyen sahtekarlıklarına
cazgırlıklarına……………………
Â
Â
Â
Mustafa Dumlu
…………………………………
Â
Â
Â
Â
Ahlen, 22 Eylül 2014
Â
BİYOGRAFİ….Mösün Dumlu ve Ben
Â
Nerelerden nerelere….
Â
Çocukluk günlerimizden bugünlere……
Â
Saf olarak yaşadığımız dünyalardan sahteciliklerin yumurtladığı günümüze…..
Â
Yaya olarak bile zor görebildiğimiz Ereğli’den….
Â
Uçtuğumuz sözümona modern dünyalara…….
Â
Â
Â
Altmış üç sene, sanki altı yüz seneyi kapsamış, yıllar ay, aylar hafta, haftalar gün, günler saat ve zamanın oldukça hızlı yaşandığı bugünlerimiz.
Eşim, yoldaşım, hayat arkadaşım Mösün’ün doğumundan günümüze kadar yaşadıkları bir aile ortamı olmaktan çok uzak olup daha üç yaşına gelmeden annesinin acı ölümü ile birlikte bir serüven olmuştur. İki öz kardeş, bir analık ama hem anası hem de babası olan ninesi Rahime Çabuk………
Gayet müşfik, sevecen, hiçbir zaman gözyaşı dinmemiş ve genç yaşta kendisinden oldukça yaşlı biri ile evlendirilmiş, kocası ise gayet iyi, sevecen bir aile reisi imiş. (Ben tanımam, önceleri vefat etmiş)….
Yirmi bir yaşında köy güzeli kızının ölümü Rahime Nineyi yıkmış, üstelik ölüm nedeni meçhul, nineyi daha da bir sarsmış.
Torunu Mösün’ü kaybettiği kızı yerine koyarak bakımını üstlenmiş ve on dört yaşına gelene kadar her türlü yoksulluğa rağmen yememiş yedirmiş, her türlü sıkıntısını hep yüreğinde yaşamış. Ve Mösün annesiz iken babasızlığı da yaşamış.
Altmışlı yılların Gaybi Köyü bambaşkaydı. Sosyal daynışma, insanlarımızın insan sevecenliği,
karşılık beklememeksizin yardım etme…….Bütün bu meziyetlerin sonucu köylülerimiz birbirini yalnız bırakmamamaksızın zayıf konumda olanları sürüklemişler beraberlerinde. Elbette o günlerde de hain insanlar vardı ancak köy milliyetçiliğinin verdiği ve feodal ilişkiler kötülüklere meydanı bırakmamamış. Aynı duyguları günümüz Gaybi Köyü için söylemek mümkün değil, zira halahazırda köyümüzde yaşayanlar sürekli olarak köyde adam kalmadı diye şikayetleniyorlar……
Â
Yoksul dönemini köyde ninesinin yanında geçiren eşim on dört yaşından itibaren Almanya’da yaşayan babası yanına alır, ninesi istemese de razı olmak zorundadır. Almanya’ya geldiğinde kardeşi Rahmetli Ferudun babasının yanındaydı. İlk üvey kardeşi ve ikincisi doğduktan sonra Mösün okula gitmesi gerekirken çocukların bakımı ile görevlendirilir, böylece Almaya’daki okuma ve buna ilişkin olarak meslek hayatı temelinden yok edilir.
Â
Maalesef, yetmişli yılların başlangıcında Almaya’da olan çocukların meslek edinmeleri oldukça basit, garantili idi. Bu şans kendisine tanınmadığı gibi çocuk bakıcısı olmuş. Oysa güzel bir meslek edinseydi belki bambaşka daha da iyi bir evlilik yapma şansı olacaktı, hayatının gidişatı tamamen değişmiş olabilirdi…..Bütün bunlar bilinmediği için yazıyorum ki kendi çocukları analarının hangi şartlarda bugünlere geldiğini bilsinler.
Â
Rahmetli Ferudun’un vefatı ile Mösün’ün evliliği bir anlamda sözkonusu oluyor.Bu arada on sekiz yaşını doldurmuş, güzelleşmiş, çocukken yüzüne bakmayanlar imrenmeye başlamış.
Rahmetli Ferudun’nun cenazesi köye geldiğinde rahmetli Fazlı Dayım bana sordu, teklif etti evlenmemizi. Bütün bu olanlardan dayım, aynı zamanda kaynatam (Allah rahmet eylesin) haberdar değildi. Bir şekilde Fazlı Dayım ve eşi Hayriye Halam İsmail Dayım ile konuşmuşlar, dayım da razı olmuş ve böylece uzaktan ben Türkiye’de Mösün Almanya’da olmak üzere nişanlandık. Allah dayılarım İsmail ve Fazlı ve Hayriye Halamdan razı olsun, zira her türlü oyunlara entrikalara karşı çok mutlu bir aile kurduk, mutluğumuz devam ediyor ve edecek de……
Â
1974 yılı ağustos ayında evlendik, bir ay beraber kaldıktan sonra dayım benim de arzumla Mösün’ü geri Almanya’ya götürdü, akabinde ben de işçi ailesi olarak gidecektim. İşçi olmadığında dolayı beni hemen isteyemediler v eben geri dönmesini istedim, döndü de….Altı aya yakın bir beraberlikten sonra ben üniversite sınavlarına katıldım, yıl 1976 ve Mösün’ü geri babasının yanına gönderdim. Bu arada büyük kızmız İlknur Almanya#da dünyaya gelmişti. İlknur’u Hayriye Halama biraktık, Mösün Almanya’ya v eben de Ankara’ya ANKARA DEVLET MİMARLlK AKADEMİSİNE başladım.
Â
Evliliğimizin zor günlerini yaşamaya başladık her üçümüz de. O yılların üniversitedeki sağ-sol olayları oldukça yoğundu, her gün kelle koltukta okula gidip geliyordum. Bir anlamda günübirlik yaşıyor muyum, her an bir ölüm korkusu…….hayatımdaki unutamıyacağım yıllar…
Â
Dört senelik akademiye ancak on dört ay devam edebildim, zaten okulu bombaladılar sekiz ay tamamen kapalı kaldı. 1977 yılı, meşhur 1 Mayıs, ben Ankara’dayım, İstanbul’a gidemedim. Bu arada Mösün Amanya’ya çalışmaya başladı. Bu nedenle üniversiteye Almanya’da devam etme fikri geldi, dil kurslarından sonra yapay geçiş yapma olanağım vardı ve 1978 yılı eylül ayında geldim Almanya’ya…..
Â
Almanya’ya gelmem bazı sorunları da beraberinde getirdi. Aslında gelme işi hic hesapta yoktu ama mecbur kaldım gelmeye. Geri dönmem için rahmetli dayım çok israr etti, bu arada İlknur iki yaşına gelmişti, ben evdeydim, çalışma izinim olmadığı için evi bekliyordum. Dayımla olan ilişkilerimiz kopmuştu. Mösün halı Fabrikası Falke’de çalışıyordu ve benim de erkek olarak çok zoruma gidiyordu. Maddi olanaklar oldukça kötüydü, ayda beşyüz DM civarında para ile geçinmek zorundaydık. Üstelik sözümona iki kardeşim de Berlin’delerdi. Bu nedenle hep evi bekledim. Değil üniversiteye gidebilmek, geçim sıkıntısı yaşıyorduk. Hiç kimseden yardım görmedik, ta ki Mösün’ün babasına çektiği kredi bitene kadar. O kredi işini de yıllar sonra öğrendim.
Â
Dil sorunum olmasına rağmen 1978 ekim ayında ehliyet almak üzere yazıldım ve mart ayında ehliyeti alabildim dil sorunum olmasına rağmen. Bu arada öğretmenlik mesleğimi alabilmek üzere Essen Başkonsolosluğuna ve Bidenkopf Milli Eğitim Müdürlüğüne dilekçe ile müracaat ettim. Her iki makamdan da olumlu yanıt aldım ama ben konsolosluk aracılığı ile Münster Milli Eğitim üst makamına davet edildim. Bu arada ormanda çalışmaya başlamıştım.
Â
Randevu günü ormanda çalışan arkadaşları arabamla Winterber’e götürmek üzere erkence kalktım, heyecandan olacak, kaza yaptım. Tercüman olarak bir Adanalı arkadaş yanımda gelecekti ama ben kaza yaptım, Allah razı olsun arkadaş arabası ile beni Schmallenberg’den Münster’e getirdi götürdü. 150 DM verdim sadece. Bu arada alay ediliyordum „ögretmenlik alamazsın, Türkiye’den binlerce öğretmen getiriliyormuş „ diye…………!!!!!!!!!!
Â
Bakanlık müsteşarı bayan Uluşberger ile makamında randevuya yetiştim araba kazasına rağmen. Yüzümde çizikler vardı, kaza yaptığım her haliyle belliydi. Müsteşar tercüman arkadaşı konuşturmadı, ben birazcık Almanca öğrenmiştim, kendimi de hazırlamıştım, zira kimseden yardım gelmeyeceği kesindi. Ve on bir ayımı doldurmak üzere iken öğretmenliğimi almıştım……..
Â
Bütün bu on bir aydaki yaşadıklarımı ve başardıklarımı her türlü sıkıntıya rağmen çok değer verdiğim hayat arkadaşım Mösün’e borçluyum. Hiç kimsenin sözüne kulak asmadı, aynı zamanda çalışıyordu ve ikinci kızımız Ilgün’e hamileydi. Bu arada anam rahmetli vefat etmişti, ağlayamadım bile, Türkiye’ye gitmek için maddi olanaklarımız yoktu, hamileydi…..Beraberce her sorunun üzerinden geldik. Bir Allah’ın kulu anan öldü diye başsağlığına gelmedi, rahmetli dayım dahil….
Â
1979 yılı ağustos ayında Ahlen Şehrinde göreve başladım. Ahlen’e geldiğimde saçlarım alnımdan itibaren vardı. İki yıl içerisinde kafamda saç kalmadı. Dişler ona keza……
Â
(Yazının devamı gelecek)